BÖLÜM 1

Hikmet; kendisinin de en çok sevdiği mevsim olan ilkbaharın mayıs ayında doğdu. Doğduğu gün yağışlar uzun süre önce kesilmiş olduğu halde öyle bir yağmur yağdı ki gök delindi sanki. Hiç kimse ne olduğunu anlayamadı ama kendisi daha az önce dünyaya gelmesine rağmen, bu yağmurun nereden çıktığını biliyordu. Daha sonraları devamlı olarak ters düşeceği tanrının gözyaşlarıydı. Geleceği de geçmişi de şimdiyi de aynı anda göre bilen tanrı görmüştü Hikmetin hayatını. Nasıl yok olacağını ve yok edeceğini biliyordu ve ben neden yarattım diye düşündü galiba ve bu yüzden akıttı gözyaşlarını. Eğer eski yunan tanrıları geçerliyse ve tek tanrı yoksa yağmur tanrısı bir işgüzarlıkta yapmış olabilirdi tabi.

Doğduğu günden yok olduğu güne kadar hep bir şeyleri başarmaya çalışmış ve hep sınıfta kalmıştır. Dikkat ettiyseniz öldüğü demedim yok olduğu gün dedim. Çünkü Hikmet bir yok olandır. Hayattan yediği ilk kazık annesinden oldu. Çünkü Hikmet doğru düzgün doğamamıştı bile. Annesinin rahminde ne bulduysa tıktı boğazına ne bulduysa tıktı. Sonunda nasıl bir bebek oldu siz düşünün, doğarken nasıl acılar çektirdi annesine bir bilseniz. Gariban anası o acılara o sancılara ve doğum esnasındaki kan kaybına dayanamadı Hikmet dünyaya geldiği anda cennetin kapılarına dayanmıştı. Sonuçta cennet anaların ayağının altındaydı ve Hikmet doğduğuna göre rahmetli anne sayılırdı. Galiba Hikmetin yaptığı en güzel şey annesini cennete göndermek olmuş olabilir.

Mükemmel bir babaya sahipti diyemeyiz. Standart bir babada sayılmazdı. Aslında babada sayılmaya bilirdi. Uçkuruna düşkün orospu çocuğunun tekiydi şerefsiz. Sultan ananın öldüğü günün ertesi metresinin kollarına atmıştı kendisini. Aslında metresleri demek daha iyi olur. Hayvan herif o kadar karıyla yatıp kalkıyordu ki bazen kimin kim olduğunu unuta biliyordu. Bu arada Sultan ana dediğim kişi Hikmet’in annesi. İsmini söylemeyi unutmuş olabilirim. Zaten şerefsiz Osman Şenol’da 15 yıllık karısının adını unutuyordu. Bazen Mehtap bazen Sertap bazen sevtap demişliği vardır. Bu metres isimlerinin sonu neden genelde tap la biter anlam veremedim tabi ama galiba Osman Şenol’un, sonu tap la biten kadınlara ilgisi vardı. Şerefsiz Osman Şenol, oğlunu biricik karısı Sultan’ın ölümünden sorumlu tuttuğu için sevemedi ve yıllarca hor gördü. Diye yazmayı çok isterdim ama Sultan ne onun biricik karısıydı nede Osman Şenol böyle düşünüp kararlar ala bilecek birisiydi. Zaten koca şirketi de nasıl yönetiyor anlam veremiyorum. Osman Şenol karısıyla evlendiğinde 20 yaşındaydı, Sultan ana ise 15 yaşında gelin gelmişti bu lanet adama. Evlendikleri gece Osman elini bile sürmedi Sultana. Hatta belki bir hafta sonra aklına gelmişte olabilir emin değiliz. Değişik kaynaklarda belirtilen kesin sonuca götürmeyen bilgiler var. Ama biz ortasını bulup beş gün diyeceğiz. Düğünün sonrası arkadaşlarıyla çıktığı eğlence turu beş gün sonra bitmiş eve gelmişti. Geldiğinde karısı Sultanı halen gelinlikle görünce şaşırmıştı. Daha çocuk yaşta olan Sultan sağdan soldan duyduğu şeyleri tamamıyla yanlış anlamış. Kocan gelmeden duvağını açma lafını beş gün bekleyerek yerine getirmişti. Osman o gün birlikte oldu karısıyla. Ve bunu sürekli olarak tekrarladılar bir hafta boyunca ve birkaç ay boyunca. Osman durmak bilmiyor, sultan ise ne yaptığını bilmiyordu. Şerefsiz Osman işten geliyor karısının üstüne çıkıyor ve sonra uyuyordu. Daha sonraları Osman evlilik hayatını burada noktaladı. Uzunca süre karısıyla birlikte olmadı. Çünkü bu işleri dışarda gerçekleştirip eve geliyordu. Sultansa 16 yaşında evli dul olarak literatüre girmişti. Daha 16 yaşında sevişmenin tadını doğru düzgün alamadan kenara itilmişti sultan. Abisi olmadı Hikmetin, ablası da. Belki bu hayatta elinden tutup, şuraya dön Hikmet salak mısın diye kafasına vuran bir abi veya ablası olsaydı yok olan olmayacaktı.

Son sevişmelerinden tam 13 sene sonra hiçbir metresinden cevap alamayınca döndüğü evinde sıkı sıkı tuttuğu silahını sultanın üzerinde denedi ve yine sırtını dönüp uyudu. İşte Hikmet, sen bu saçma gecenin mahsulüsün. Ve gerçekten bu dünyaya ihtiyaç fazlası olarak geldin.

Babası olacak şerefsizin çocuğuna sahip çıkmaması yüzünden anneannesi baktı büyüttü Hikmet’i. 10 Yaşına geldiğinde dedesini, 18 Yaşına geldiğinde anneannesini kaybetti. Bu arada babası bütün parasını salaklığı yüzünden bir kadına kaptırmış ve ortalıktan kaybolmuştu. Dedesi kızını kaybetmenin acısıyla sahiplenmişti torununu. Anneannesi kızının armağanı diye bakıp büyüttü torununu. Her şeyden sakındı. Büyüttü ve vatana millete hayırsız bir çocuk olarak bıraktı ve gitti. Aslında sorun anneannesinde değil tamamıyla Hikmet Şenol’un suçu. Soy ismi ile hiç uyuşmayan birisi oldu Hikmet. Şen olamadı bir türlü. İlkokul ve liseyi parlak bir öğrenci olarak bitirmemişti. Normal bir öğrenci olarak bitirdi okul hayatını. Liseden sonrada okumadı zaten. Ufak tefek işler yaparak hayatını sürdürmeye çalıştı.

Lise yıllarında ilk defa karnı karıncalandı ve kalbinde kelebekler uçuştu. Leyla yanından her geçtiği anda bayılacak gibi oluyor bacakları titriyordu. Ne yaptı etti sonunda leylaya açılmaya karar verildi. Çok düşündü nasıl söyleyeceğini ama bilmiyordu ki leylada kendisine boş değildi. Leyla kantinden aldığı gazozla bankta otururken Hikmet gördü onu. Hemen yanına gitmeyi koydu aklına. Elleri terliyor dili sanki konuşmaması için şişiyor ve ağzını dolduruyordu. Ama konuşamasa bile yanına oturacaktı. Gitti yanına oturdu. Leylada heyecanlanmıştı. Hikmet olduğu yerde tuvaleti gelmiş gibi kıvranırken ilk atak leyladan geldi.

  • Naber Hikmet?
  • (Ses Yok)
  • Hikmet orda mısın?
  • (Ses Yok)

Leyla, Hikmet’e bir şey olduğunu düşündü ve elini Hikmet’in bacağına koydu. Hikmet kendine geldi ve bir anda ağzında kelimeler düşmeye başladı.

  • İyiyim Leyla. İyi sayılırım.
  • Neden iyi sayılırsın bir şey olmuş belli.
  • Bir şey olmadı ama olabilir.
  • Hikmet beni meraklandırıyor ve telaşlandırıyorsun.

Ben dedi Hikmet ve duraksadı. Ne diyeceğini biliyor beyninde döndürüyor ama konuşamıyordu. Sessizce bekleyişi yine Leyla bozdu.

  • Hikmet sana soruyorum. Konuşur musun lütfen?
  • Konuşurum tabi Leyla, bugün burada seninle konuşmayı başara bilirsem eğer her şeyi başara bilirmişim gibi geliyor. Buraya gelirken, hatta son günlerde devamlı bu konuşmayı planlıyorum. Ama olmuyor Leyla konuşamıyorum şurada ağzımdan çıkacak kelime benim cesaretsizliğim yüzünden çıkmıyor olabilir. Belki de kendime güvenim olmadığını gösteriyor olabilir. Ama sen konuşmuşum say lütfen.

Dedi ve gitti. Leyla bu konuşmayı düşündü biraz o tahta bankın üzerinde. Ve yanlış anlamaya karar verdi. Hikmet her şeyi öğrenmişti ona göre. Leyla’nın kalbini kırmadan nasıl kendisinden uzaklaştıracağını bilemediği için konuşamıyordu. Leyla o gün kapattı Hikmet defterini. Hikmet ise birkaç gün sonra kapattı bu defteri ve bir daha da âşık olamadı. Birkaç gün sonra Leylayı bir çocukla ve en uyuz olduğu çocukla görünce yıkıldı ve bitti o an her şey Hikmet için. Leylayı hiç suçlamadı, konuşmayı beceremediği için hep kendini suçladı. Bir daha sevmeyeceğine durmadan yemin ederek bitirdi liseyi. İlkokul ve liseyi parlak bir öğrenci olarak bitirmemişti.

Normal bir öğrenci olarak bitirdi okul hayatını. Liseden sonrada okumadı zaten. Ufak tefek işler yaparak hayatını sürdürmeye çalıştı. 19 yaşına geldiğinde çalıştığı fırında suçladılar Hikmet’i her gün nizami olarak gidip geldiği, bir gün bile geç kalmadığı iş yerinde suçladılar. Kasasına bakmadığı sadece simit poğaça yaptığı halde kasadan para çaldığını söylediler. Yapmadığı halde parayı isteseler verirdi, kendisine hırsız demesinler diye. Dövdüler Hikmet’i. Öyle böyle dövmediler. En son kafasına inen ekmek küreğini hatırlıyordu. Kafasına o küreği vuran orospu çocuğu çalmıştı parayı. Konuşulunca bu hırsızlık konu direk kahramanımızı suçlamıştı. Ekmek küreğini ne kadar sert vurursa hırsız olmadığımı kanıtlayacakmışçasına kaldırdı küreği ve indirdi kafasına. İşte orada biraz eksildi Hikmet. Uyandığında hastanede acayip kilolu yüzüne bakılamayacak bir hemşire vardı. Ne oldu bana diye sorduğunda işten çıkarken düşmüş kafanı vurmuşsun dediler. Yine konuşamadı salak. Ne hırsızsın dediklerinde değilim diye bildi nede düşmüşsün dediklerinde düşmedim, dövdüler diyemedi. Bir bir eksiliyordu Hikmet. Bu olaydan sonra zaten iflah olmadı Hikmet.

Birkaç arkadaşı vardı Hikmet’in. Ama sadece Orkun’la iyi vakit geçirirdi. Mahalleden, çocukluğundan beri tanırdı Orkun’u. Tuttukları takımdan sevdikleri renklere. Yedikleri yemekten beğendikleri kız tipleri bile aynıydı. İlkokulu bitirdikten sonra okumadı Orkun. Hikmet’in liseden çıkışlarına giderdi kızları görmek için. Hikmet bahaneydi ama en sevdiği arkadaşını da görmek istiyordu tabi. Hikmet hastaneden çıkacağında Orkun geldi çıkardı. Yalnız evinde kalmasının uygun olmayacağını düşündüğü için hasta arkadaşını kendisine götürdü. İlaçlarını verdi ve çorba içirdi. Hikmet kendisine geldiğinde de hemen eski hallerine döndüler. Hemen içmeye başladılar birlikte. İşte en kötü huyları alkoldü bu iki arkadaşın. Bayılasıya kadar içerlerdi. Artık bünyeleri alıştığı için bayılmaları da uzun sürüyordu. Kazandıkları para sadece alkole gidiyordu diye biliriz ta ki o güne kadar. Antalya’da yaşayanlar bilirler Konyaaltı sahilde başlayan içmeler kale içinde oradan da yat limanında biter. Yine böyle planlanan bir gündü. Hava o kadar kapalıydı ki, birisi çıkıp ta havaya üflese ve bulutlar hareket edip birbirine vursa gök yarılacak yağmur başlayacaktı. Ama bir türlü harekete geçemiyordu bulutlar. Çıktılar dışarıya aldırış etmeden. Ama klasik olarak gerçekleştirdikleri Konyaaltı – Yat limanı güzergâhını gerçekleştirmediler. Çünkü yola çıktıklarında mahalleden başka bir arkadaşları, Akif denk geldi. Klasik selamlaşma sonunda ayrılıp yollarına bakacakları sırada Akif ısrarla kendisine katılmalarını istedi. ‘’Ben ısmarlayacağım yahu’’ deyince akan sular durdu iki salak arkadaş için. Akif’in arabasına atladılar. Önce bir tekel bayisine uğradılar malzemeleri aldılar ardından Lara sahiline doğru sürdüler arabayı. Lara sahillerinde halk plajının bitip, beach lerin başladığı yerin arasındaki ağaçlık alana çektiler. Başladılar içmeye. Birkaç bira diğer birkaç birayı getirdi. Ardından Akif bagaja gitti ufak bir çanta getirdi. Sarma kağıdı çıkarıp ot sardı. Çekip çekip dumanı saldı arabaya. Bizimkiler biraları boş midelerine indirirken Orkun elini uzattı

  • Ver lan bir iki fırtta ben çekeyim. Deneyeyim dedi.
  • Vereyim vermesine de daha önce içmemişsen içme.
  • Lan yok sigara içiyoruz sonuçta, denemiş oluruz.
  • Benden günah gider.

Orkun çekti cigaradan. Bir sikim anlamadı. Bu ne böyle diye geçirdi içinden. Bunun neyine kafa yapıyorlar ben birayla daha iyi kafa yapıyorum diye düşünürken bir fırt daha çekip saldı dumanı arabanın içine. Akif bir anda aldı elinden cigarayı.

  • Dur bilader ne yapıyorsun. Alışık değilsen hızlı gitme pis çarpar.
  • Çarptığı yok lan bunun saçmalama. (Zorla alıp bir fırt daha çekip verdi geri.)
  • Hacı elimdeki en iyi malzeme bu. Birazdan görecem ben seni.

Orkun işemek için çıktı arabadan. Adımını dışarı atıp doğrulduğunda ensesinde mükemmel bir ağrı hissetti. Daha sonra boynundan tırmanıp kafatasının içine yerleşti. Bir anda başı döndü. Cigara şimdi etki etti dedi içinden. Erkekliğine dokundurmadan işedi ve arabaya geri bindi. Neredeyse kişi başı 10 bira içilmişti.

Arabanın çevresi bira şişesinden geçilmiyordu. İçtikleri her şişeyi dışarı attı pis herifler. Akif 3. Cigarayı sarıp arka koltuğa attı çantayı. Bugünkü bonkörlüğü de bu çantadan geliyordu. Bir anda elindeki bütün malı satmıştı. Herkes biliyordu Akif’in işini, bu iki salakta çok iyi biliyordu ama aldırış etmediler bedava alkol için. Bir tek Hikmet içmemişti. Bana bira kafası yeter demiş geri çevirmişti. İki arkadaşının da çok iyi kafası olduğunun farkındaydı ama arka koltuğa uzanmış bira içmeye devam ediyordu. Ve sonunda salağın birisi havaya üflemiş bulutları harekete geçirmişti işte. Öyle bir yağmur başladı ki dışarısı gözükmüyordu. Antalya’nın yağışını bilen bilir. İşte yine öyle bir yağmurdu. Saat sabah beşe geliyordu ki gitme vakti diye harekete geçtiler. Akif silecekleri son hızında çalıştırmasına rağmen önünü göremiyordu. Silecek camı temizlerken temizlediği yer aynı hali alıyordu. Ama Akif kendisine o kadar güveniyordu ki gözü kapalı araba süreceğini iddia ediyor, Bu yağmurun hiç bir şey olduğunu söylüyordu. Orkun zaten biradan çok cigaranın yüzünden iyice kafayı bulmuştu. Hikmet desen arka koltukta uzanmış kalan birasını yudumluyordu. Derken büyük bir sesle kendine geldi. Ama sonrasında yine kendini kaybetti. Uyandığında müdavimi olmaya başladığı hastanede uyandı. Ne oldu bana diye sordu hemşireye. Ama bu hemşire orta yaşlarda makyajlı kendine bakmış alımlı sayılabilecek bir kadındı. Ama tipi olmadığını düşünüyordu. Hemşire kaza geçirdiniz lütfen kalkmayın dedi. Kafasını yastığa geri bastırdı. Hemşire, ‘’Memur beyler gire bilirsiniz hasta kendine geldi’’ demesiyle fark etti bileğindeki kelepçeyi. Polis amcalar sormaya başlayacaklarında Hikmet başladı sormaya.

  • Arkadaşlarım nerede?
  • Onlarda başka odada yatıyorlar. Doktorlar kendileriyle ilgileniyor.
  • Ben niye kelepçeliyim?
  • Bizde kelepçe ile ilgili sorular soracağız sana.
  • Ne gibi?
  • Kazadan sonra arka koltukta tam elinde bir çanta vardı. Bu çanta seninmi?
  • Hangi çanta?
  • Arabada kaç çanta vardı. Sorduğumuz çanta?
  • ( Ses Yok) ( Evden çıkarken yanına aldığı sırt çantası olduğunu düşündü çünkü sırtını o çantaya yaslamıştı.)
  • Sana sorduk kardeşim
  • Ha pardon abi. Evet çanta benim. Ne oldu ki.
  • Tamam bakalım yiğidim sen dinlenmene bak dediler ve gittiler.

Kendisine geldiği anda alıp gitti polisler Hikmeti. Ne oluyor diyemedi bile. Hakim karşısına uyuşturucu satıcılığı suçuyla çıktığında öğrendi nedenini. Avukat baro tarafından gönderilmişti. Kendi ağzıyla ve imzasıyla da çantayı kabullenmesi nedeniyle avukat görüşme bile yapmamıştı kendisiyle. Sadece mahkemede bulunmuştu. Hâkim baktı sanık sandalyesinde oturan Hikmet’e. Karşısındaki gencecik çocuğa sordu. Satıcıymışsın doğrumu? Hikmet’in ağzı yine açılmadı. Konuşamadı bile. Ağzından bir şeyler çıkar gibi oldu, hayır dediğini düşündü ama konuşmamıştı. Hâkim verdi hükmü. 2 yıl yatarı vardı zavallının. Ceza evine giderken iyi bir dayak yedi polis amcalarından. Kendini koruyamadı bile vurdukça vurdular garibe. Jandarma teslim aldığında yarı baygındı. Ne oldu buna diye sordu komutan, düştü dediler. Cezaevine geldiğinde yarı baygındı. Revire aldılar hemen. Ayılana kadar kaldı orada. Kendine geldiğinde, başında bu sefer güzel bir hemşire yoktu. Değişik tekinsiz bir cezaevi doktoru vardır. Sordu her zaman ki gibi. Ne oldu bana. Ceza evine gelirken düşmüşsün. Çok üzüldüm haline çok fena düşürmüşler seni. Bu sefer ağzını açacak oldu. Beni bu hale polisler getirdi diyecekti. Doktorun pis pis sırıttığını görünce vaz geçti. Hepsi aynı bok bunların diye düşündü içinden. Ama yine konuşamadı. Aldılar zavallı Hikmet Şenol’u koğuşuna.

Kazada o kadar çok takla atmışlardı ki. Kendi çantası o esnada fırlamış gitmişti. Oradan geçen biriside çantanın içindeki biraları bulunca ses etmeden alıp kaçmıştı. Bu nedenle arabada kalan tek çanta Akif’in çantasıydı. O çantada bok varmış gibi Hikmetin elinde kalmıştı. O çanta neden uçmamıştı ki arabadan. Bunların hepsi Hikmet’in başından geçmek zorunda mıydı? Galiba talihsizlikler için dünyaya gelmişti Hikmet. Yanında yöresinde kim varsa ya gidiyor ya ölüyordu. Kazadan sonra Akif’te Orkun’da aylarca hastanede kaldılar. Hikmet’in başına gelen olaylar esnasında kendilerinde değillerdi. Kendilerinde olsalardı eğer, Akif çanta benim diye bilirdi. Ama bu durum Akif’in işine gelmezdi, o yüzden sesini çıkaracağını sanmıyorum. Orkun ne kadar arkadaşını sevse de hiçbir şey ispatlayamazdı. Salak herif Çanta benim demişti çünkü.

Cezaevinde koğuşuna yerleşti Hikmet. Yatağına yerleşti. İyi bir uyku çekecekti ki tepesinde birisi beklemeye başladı. Ne oldu diye bakarken elini uzattı adam. O da tokalaşmak istediğini düşündü elini sıktı adamın. Direk elini çekti adam.

  • Ne yapıyorsun lan sen
  • Abi elini uzatınca ben tokalaşacağız sandım.
  • Ne tokalaşması lan. Ayakbastı parası istiyorum ben

Ayakbastı parası olduğunu bilmiyordu. Kimsesi de yoktu ki haber versin anlatsın durumları. Abi benim hiç param yok ki. Apar topar aldılar beni buraya dedi. Ama dinlemediler tokatladılar çocuğu. Posta koyuyor sandılar bizim salak Hikmeti. Nerede o günler. Keşke posta koysa da bizde gururlansak Hikmet adam olmaya başlıyor diye ama nerede. O günden sonra 2 yıl boyunca her gün yer sildi, bulaşık yıkadı, tuvalet temizledi. Ne kadar ayak işi varsa yaptırdılar buna. Bu döngü bu şekilde ilerlerken gardiyanlardan birisi çağırdı Hikmet’i aldılar odaya. Hikmet’in satıcı olarak içeri alındığı bilgisi gelmiş kulaklarına. Hemen mal peşine düşmüşler. Hikmet’i sorguya çeker gibi başladılar. Elinde ne var, ne kadar var, getirsinler biz içeri sokarız sıkıntı yok gibi ardı ardına sorularla sıkıştırdılar.

  • Bende öyle bir şey yok abi. Tamamıyla yanlış anlaşılmadan buradayım ben.
  • Biliriz biz o yanlış anlaşılmaları. Yeme bizi lan.
  • Abi vallahi yok ya.
  • Korkma lan. Biz kullanacağız. Hem parada kazanacaksın.
  • Ben nereden alınır onu bilmem abi lütfen ama.

Gardiyanlar sinirlenmeye başlamıştı. Birisi tokatı patlattı Hikmet’e. Ama Hikmet Nuh diyor Peygamber demek için konuşamıyordu. Dövdüler garibimi. Ama yine de mal alamadılar. Gardiyanlar sıkı çocukmuş bu dayağa konuşmadı. Helal olsun diye düşünüyorlardı. Ama gerçekten bizim salağın satıcı olmadığına inanmadılar. İnsanlar gerçekten hiçbir şeyi anlamıyorlar. Kendileri kullanmıyorlardı. Ama ondan aldıkları malı içerdeki mahkûmlara satacaklar parayı vuracaklardı. Hikmet gerçekten satıcı olsaydı para kazanacaktı bu işten ama gardiyanlar daha da fazlasını. İyi ki satıcı değilmiş Hikmet. Bu yavşak gardiyanlar para kazanmasınlar, zaten onu bilip bilmeden çok dövmüşlerdi.

Koğuş içerisindeki eziyet boyutlarına ulaşan temizlik işleri sonrası gardiyanlarında dayak ve işkenceleri yıldırmıştı Hikmet’i. Ama yapacak bir seyide yoktu. Bunlar benim başıma nasıl geliyor diye düşünemiyordu bile. Yine gardiyanların mal istediği bir gündü. Konuşmama kararı devam ediyordu gardiyanların gözünde. Konuşmuyor lan bu çocuk diye düşünürlerken dövmekten sıkılıp siktir ettiler Hikmet’i. O kadar çok dayak yemişti ki kafasını koruma isteğiyle durmadan elini başına götürmesi kendisinde tik olmuştu. Sol eli sol kulağının biraz daha üzerine koyup koyup geri çekiyordu. Bu yediği son dayak oldu gardiyanlardan. Bu son dayaktan sonra gardiyanlar yatağına bırakıp çıktılar. Koğuştakiler artık acımışlardı kahramanımıza ve ayak işlerin den kestiler kendisini. Ama Hikmet işte o gün son dayak yediği gün oturdu ve tavana baktı şunlar döküldü ağzından kendisi bile şaşırmıştı bu dediklerine. Biz bile inanamayacağız emin ola bilirsiniz. Hikmet ilk defa isyan etmiş ve ilk defa sesini çıkarmıştı. Öyle bir çıkardı ki koğuştakiler bu yüzden acıdılar ve işlerden kestiler kendisini.

Ne yaptım ben sana, niye beni bu şekilde cezalandırıyorsun. Hani neredesin bak ben buradayım, seni göremiyor duyamıyorum. Daha doğduğum ilk dakikaları annemsiz bıraktın beni. Daha sonra şerefsiz babam bıraktı gitti beni onu da senin planladığını düşünüyorum. Bana anne sevgisini esirgemeyen Anneannemi 18 yaşımda aldın yanına. Baba bildiğim Dedemi 10 yaşımda aldın benden. Leylayı sevdim olmaz dedin engelledin. Her şeyi sen planladın ve sen yaptın. Beni buralara sen sürükledin. O kazayı da sen yaptırdın bana ve çantayı elime sen tutuşturdun. Bundan adım gibi eminim. Ve seni hayatımdan siliyorum. Defol git. Benimle bir daha uğraşırsan olacaklara karışmam. Tanrı mısın nesin eğer sesimi duyuyorsan lütfen duyma hiçte umurumda değilsin.

Evet, Hikmetin ilk isyanı buydu. Ve gerçekten etkili bir isyan oldu. Çevresindeki ıvır zıvır insanla uğraşmaktansa olayın kaynağına inmeyi daha yararlı bulmuş olacak ki. Gitti en büyük mecraya isyan etti. Haksız sayılmazdı aslında, bunca olan şey nasıl oluyor da Hikmet’in başına geliyordu. Ama işte Hikmet bu hayata sadece yok olması için getirilmişti. Tanrıya isyanı haklıydı yani. Görüyor olacakları görüyor ama müdahale etmiyordu. Bu duruma da Hikmet daha fazla sessiz kalamazdı ve haklı isyanını gerçekleştirdi ve uyumaya daldı.

Hikmet iki yıllık cezasını bitirip çıkmıştı cezaevinden. Antalya’da cezaevi kepezde. Kepezden aşağıya doğru sallanmaya başlamıştı. Cebinde beş kuruş parası yoktu bu nedenle otobüse binememişti. Mahallesine geldiğinde öyle bir yorgun düşmüştü ki evine girip ayaklarına uzatma planları yaptı. Orkun’un evinden geçerken iki yıldır görmediği arkadaşını görmek istedi. Kapısını çaldı ve bekledi, bir bayan çıktı kapıya, Hikmet şaşırdı acaba evlendi mi diye sordu kendi kendine. Orkun’u sorunca öyle birisinin olmadığını söyledi kadın. Eski sahipleri taşınmışlardı ve kendileri bir senedir buradaymış. Evin doğru yöneldi. Hikmet evine girip çok uzun bir uyku çekti. 1 Hafta evden çıkmadı daha da çıkmayı düşünmüyordu ama kapı çalınınca çıkmak zorunda kaldı. Kapıyı açtığında 4 tane asker kapıda bekliyordu. Ne oluyoruz lan diye düşünürken bir anda cezaevine geri götürecekler korkusu ve stresi sardı bedenini ve yediği dayaklar sonrası edindiği tiki baş gösterdi. Öyle seri şekilde yapıyordu ki hareketi gören sol eliyle askere durmadan selam veriyor sanırdı. Ama kendisini dizginledi ve sakinleşti. Bu lanet tikin stres altında baş gösterdiği kanısına vardı kendi kendine.

  • Buyurun ne istediniz.
  • Askerlik şubesinden geliyoruz. Asker kaçağı gözüküyorsunuz.
  • Ne kaçağı asker bey.
  • Size muhakkak bilgi postaları gelmiştir, şimdi askerlik şubesine gitmemiz gerekiyor.
  • Yahu haber vermiş olsalar da veremezlerdi ben cezaevindeydim. Nasıl olur böyle bir şey

İstediği kadar yalvarsın apar topar kimliğini alıp attılar askeri araca. Daha yeni çıkmıştı cezaevinden keşke o kadar gün evde yatmasaydı da gezseydi Antalya’yı. Düşüne düşüne bunları düşündü Hikmet. Sonra bir ara Leyla geldi aklına ama siktir etti aklından hemen. O kadar uğraşmadı aslında askere gitmemek için gideyim geleyim dedi içinden. Ama yine Tanrıda bulmuştu suçu. Çok kızdım dedi kendi kendine çok kızdım. Sonrasında da sinirlendi tabi bunu getirdi başıma. Ama görürsün lan sen Tanrı. Yine de konuşmayacağım seninle.

İlk defa Antalya’dan dışarı başka bir şehire gitmişti Hikmet. Alanya’ya, Kemer’e bile gitmemiş olan Hikmet şimdi Kırkağaç’a komando eğitim merkezine gidecekti. Neydi lan orasının adı diye düşündü ve çok üzün sürmeden bu düşünme seansı, geldi aklına gittiği yerin adı. Yeni bir maceranın başlangıç adresiydi orası. İşte Hikmet yeni bir maceraya atılıyordu. Ama pekte yararlı bir macera mıydı bilinmez.

Manisa Kırkağaç 6’ncı Jandarma Komando Er Eğitim Alayı. Bekle Hikmet salağı geliyor.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir