YALNIZLIK

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;

                         Orhan Veli Kanık

 

Hiç bilmiyorum ne zaman geldi bu duygu bana. Niye kendimi yalnız hissettiğimi hiç bilmiyorum. Şuan dışarı çıksam bir çok arkadaşımın yanına gidip sohbet edebilirim, bu yalnızlık duygusundan da eser kalmayacak belki ama insanların içerisinde daha çok yalnız hissediyorum. İnsan kalabalığın içerisinde neden yalnız hisseder ki? Bir meyhanedeyiz, tam sayıyı hatırlamıyorum ama en az on beş kişi varız. O masada herkes oynayıp zıplarken, ben sandalye ile bütünleşmiş, kendimle sohbet ediyordum. Bu duygulardan kurtulmanın bir yolu var mı acaba öğrenmeyi çok isterdim.

 

Aslında bu yalnızlık duygusunun çok eskilerden geldiğini düşünüyorum. Çocukluğumda mahalledeki arkadaşlarıma hiç katılmadım. Evimin önünde oynayan çocuklara katılamamak etkili oldu bence, bu duygu saçmalığında.

 

Hemen evimizin aşağısında bir park vardı. O parkta ne futbol maçları yapardık. Bizim mabedimizdi orası, evimiz. Mahalle maçlarımızın vaz geçilmez sahası. O sahadan başlayıp, evimin olduğu yere kadar yarışarak, eğleniyorduk. Sivri zekalı arkadaşımın birisi çıplak ayakla koşmayı önerdi. O salak herife neden hepimiz onay verdik bilmiyorum. Çocuk aklı işte! Biz yarışa başladık ve tam hızımı aldığımda karşımda babamı gördüm. Orada yediğim tokatın bir çınlaması oluştu kulağımda, ki bazen yine duyuyorum o çınlamayı. Bütün çocuklar o koşulara devam ederken ben ayakkabılarımı giymiş duvarın üzerinden izliyordum. Sağ olsunlar beni hakem yaptılar. Ne kadar sıkıcı bir iş olduğunu siz düşünün.

 

Basketbol ve futbol oynamak en büyük tutkumdu. İlkokulda en sevdiğim şeydi diye bilirim Basketbol. Ben okul basketbol takımına seçilmiştim. Ne büyük bir işti benim için bir bilseniz. Okul için turnuvalara giderdik. Herkes havalı havalı okulun basketbol formalarını ve eşofmanlarını giyer gelirlerdi. Bense babam izin vermediği için okul kıyafetlerimin altına giyer, çantama koyar gider, soyunma odasında değiştirirdim. Lisede de futbol oynardım. İyi kaleciydim ama. Baya baya iyiydim yani, halen daha halı saha oynarken kaleye geçerim yani. Amatör kulüplerin bir çoğu gel kalecimiz ol demelerine rağmen yine babamın korkusuna istemedim. Futbol hayallerimde böylece son bulmuş oldu.

 

Ben küçüklüğümden beri yalnızlıkla savaştım. Yalnızlığımdan kurtulmak için seçtiğim her yön kapalıydı. Babam yüzünden mi? Bilmiyorum. Galiba hep okutup büyük bir mevkide iş sahibi olma mı istedi. Ama çocukların istedikleri de önemli değil midir. Yalnızlığımı çocukluğumdan beridir çekiyorum ben.

 

Bir kızı sevdim ben lisede. En yakın arkadaşım bile bilmez bunu. Uzaktan uzağa baktım ben, üç senelik lise hayatım boyunca. Mesela saçları nasıldı deseniz, her telinin güzelliğini anlatırım size. Vücudunun her kıvrımını ince ayrıntısına kadar bilirim halen. Beyaz çorap giyerdi hep, siyah giydiğinde canım sıkılırdı. Yaz gelir çoraplar giderdi ben keşke çorap giyseydi derdim. Pürüzsüz teni, güzel gözleriyle beni benden alırdı ama sorsanız ne yaptın diye hiç bir şey yapmadım. Üç sene boyunca sadece izledim. Uzaktan sevmek gerçekten zor ama güzel bir şey. Mesela sana ihanet etmiyor hiç, kavga etmiyorsun hiç ve seni bırakıp gitmiyor. Bir sevgilisi vardı, onun elini tuttuğunu görmüştüm bir keresinde. İçim acıdı ama ellerinin birleştiği anı izleyerek kendim tutuyormuşçasına hayal kurarak mutlu oluyordum. Konuşmaya cesaretim olsaydı eğer belki şuan çocuğumuz vardı. Ondan sonra hiç bu kadar sevdin mi diye sorsanız, sevmedim ama biraz yaklaştım. Bak ona cesaret edip açıldım fakat kısa sürdü.

 

Benim yalnızlıkla savaşım ne zaman biter, bilmiyorum. Eğer içimdeki ezikliği yıka bilirsem belki, beynimdeki konuşmaları sustura bilirsem belki, ruhumun sıkkınlıklarını sonlandıra bilirsem belki. Bir gün zincirlerimi kırıp bu yalnızlık duygusuna son vereceğim. Bu ne zaman olur veya başarabilir miyim? Belki yarın, belki ölümle.

 

Ölüm en uzun uyku derler.

 

Bu yazıda zaman kavramı yok. O yüzden günler yıllar aylar birbirine girebilir. Af fola.

 

Günlerden bilmem ne. Saat sabaha karşı 05:52. Niçin uyku tutmuyor veya neden uyuyamıyorum bilmiyorum. Neden elim yazı yazmaya gitti hiç anlayamadım. Yalnızlık evresinin en son aşamasındayım galiba. Yada yeni yeni aşama kaydediyorum. İnsanın yalnızlıktan uykusu tutmamazlık yapar mı? Bence yapar çünkü şuan onu yaşıyorum. Gün çoktan aydı. Yan bahçeden horoz sesleri geliyor. Acayip pis bir koku yayıyorlar etrafa. Komşu diye bir şey diyemiyorum yoksa şimdiye göndermiştim bunları buradan. Aslında kendimde istemiyorum gitmelerini. Camdan bakıyorum böyle bazen, bir tane paçalı var. Çok güzel bir tavuk. Muhabbet ediyoruz kendisiyle. Ne kadar güzel geliyor kendisiyle sohbet etmek bana, bir bilseniz. Bazen şöyle sağına soluna bakıyorum kendisinin, mangalı mı daha iyi olur yoksa haşlaması mı, diye düşünürken buluyorum kendimi. Sonra mangal iyidir diyerek paçalıyı mangal ateşinde hayal ediyorum. Hemen hayalimin içine arkadaşlarım ve çevrem giriyor. Ardından hayali gerçeğe çevirmek istediğimde, yapamıyorum. Kimsem olmadığını, daha doğrusu çok fazla kimse içerisinde kimsesiz olduğum ve yalnızlık hastalığının vazgeçilmez hastası olduğum aklıma geliyor. Sonuç olarak hayallerimi oracıkta bırakıyorum.

‘’Umursadığınız insan sizi hayal kırıklığına uğrattığında, insanları önemsemekten vazgeçip yalnızlığı seçiyorsunuz.’’ diyor Oğuz Atay. Ne kadar da güzel söylüyor ve ne kadar da güzel tuz basıyor insanın yarasına. Galiba benim yalnızlıkla olan bağım çok eskiye dayanıyor. Şeker vereceğiz diye kandırıp, iğne yapan hemşireden sonra oldu diyip, klişe laflar kurarak saçmalamayacağım. Aldatıldığımı ilk anladığım anda düştü bu yalnızlık duygusu. O hissi içimde hissettiğim anda bir alev sardı her yanımı. Elim ayağım boşaldı ve titremeye başladım. Böyle içim içime sığmadı bir anda her yeri yıkıp dökmek istedim. Hani böyle ipi iğne ucuna takmaya çalışırsın girmezde, ardından sinirlenir bir anda hızlı hızlı gir gir gir diyerek çıldırırsın, hah işte öyle bir duygu sardı her yanımı. Bu duygunun benzerini uçmayan tavuk civcivlerini uçurmaya çalışırken yaşamıştım. Havaya attıkça yere düşüyorlar uçamıyorlardı. En sonunda bunlar uçmayı bilmiyor diye fırlatmıştım civcivleri. Tabi o zaman yaşım 4-5. İşte öyle cinnet anıydı benim için. Her halde yanımda olsaydı o anda, şuan hayatta olmazdı. Bende burada olmazdım. İşte benimde en umursadığım insanın beni hayal kırıklığına uğratması çekti beni yalnızlığa. O cinnet anını atlatmak için saatlerce bir bankta oturmak zorunda kaldım. İşte o an dedim ki Yalnızlık insanın vazgeçilmez huzur kaynağıdır.

 

Benim yalnızlıkla savaşım ne zaman biter, bilmiyorum. Eğer içimdeki ezikliği yıka bilirsem belki, beynimdeki konuşmaları sustura bilirsem belki, ruhumun sıkkınlıklarını sonlandıra bilirsem belki. Bir gün zincirlerimi kırıp bu yalnızlık duygusuna son vereceğim. Bu ne zaman olur veya başarabilir miyim? Belki yarın, belki ölümle.

 

Ölüm en uzun uyku derler.

 

Yalnızlık savaşından mağlup ayrılmış ve kimsesiz kalmaya mahkum edilmiş bir insan topluluğu. İşte o topluluğun bir üyesiyim ben.

 

Bir insan düşünün, doğum gününü bile tek başına kutlayan. Evet insan en kötü olduklarından bile bir tebrik bekliyor veya keşke doğmasaydın da hayatımıza girmeseydin gibi bir nefret cümlesiyle bile hatırlanmak istiyor. Doğum gününüz var, yalnız geçireceğinize o kadar eminsiniz ki, işten izin bile almıyorsunuz. O kadar biliyorsunuz ki kendinizi, kimse sürpriz bir şeye girişmez diye, arabada iki bira ve birazda fıstıkla kendi kendinize kutluyorsunuz. Evet bir insanın yalnızlıkla olan imtihanlarını bir bir verdiğime inanıyorum ve yalnızlıkla beraber gömüleceğim ölüm günümü bekliyorum.

 

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir